Vazife plânı

Vazife plânları ya da kısaca vazife plânı; ‘hidrojen âlemi’nin ve ‘yarı-süptil âlem’in üstünde yer alan; yükümlü (Yükümlülük) olunan idarî vazifelerin “tam idrak”le ifa edildiği; ‘aslî zaman üzerinde yürüyüş’ün ve ‘objektif tekâmül’ün sözkonusu olduğu; idraklerin ve ruhların davranışlarının icaplarla birleştiği; idrakî zaman şartlarına sahip, çok süptil, idrakî mekân ‘plân’larını ve aynı zamanda bu plânlara ait teşkilatları ifade etmek üzere kullanı lan genel addır. (237, 238, 244, 220, 237, 135, 226, 225, 172, 308) Daha açık ve anlaşılır bir deyişle, vazife plânları ya da kısaca “vazife plânı” terimi, bazen, idrakî mekânları (yarı-süptil âlem üstü âlemleri), bazen de o mekânlara ait teşkilatları (örgütleri) ifade etmek üzere kullanılır. (225, 244, 172) İdrakî mekân

Vazife plânındaki ‘varlık’ların bulunduğu safhaya ‘vazife safhası’ denir. (196, 135, 193, 194, 237, 197)

Vazife plânına ya da vazifeye dünyadaki hazırlanış

İnsanın üst plâna, yani ‘idrakî zaman’ın hâkim olduğu vazife plânına hazırlanması demek, ‘insanlık safhası’nda inkişaf ettirip olgunlaştırması icap eden tüm hazırlık melekelerini inkişaf ettirip olgunlaştırması demektir. (222, 225) İnsan bu hazırlığını tamamladığında “yüzeysel zaman idraki” realiteleri sona erecek, idrakî mekân olan üst vazife plânlarında hakiki tekâmül başlayacak ve insan varlığı da sübjektif tekâmül sürecinden kurtulup, aslî zaman üzerinde yürüyen objektif bir tekâmül akışına girecektir. (225) Sübjektif tekâmül devresi. Bu duruma geldikten sonra ortada ‘vicdan’ düalitesi kalmayacak, onun yerini, daha yüksek tertipteki bir düalite olan vazife düalitesi alacaktır. (135)

Vazife plânı bambaşka, yüksek bir plândır: Vazife plânı, baştanbaşa bir ahenk, bir nizam, bir beraberlik, tam ve karşılıksız bir koordinasyon ve kooperasyon (işbirliği, ortaklaşa çalışma) plânıdır. (310) Orada en küçük bir ahenksizlik, en küçük bir aykırılık veya terslik yoktur. (310) Oraya girecek ‘varlık’ların muhakkak ve kesin olarak bu ahenge uymuş durumda bulunmaları, hatta bu ahenkten olmaları (Ahenkten olmak) şarttır ki, bu da bu yolda geçirilecek birçok hazırlık safhasıyla mümkün olabilir. (310)

İnsanlar ‘vazife’ye ya da vazife plânına hazırlanmanın haşin, ilkel, zor ve ıstıraplı kısmını dünya hayatı içinde geçirirler. (310) Vazife plânının, oradakiler için olağan ve doğal olan, kendine özgü disiplini, ancak dünyadaki olayların sert ve haşin çehreleri karşısında geçirilecek sayısız tatbikatla öğrenilebilir. (197) ‘Dünya Okulu’ndan mezun olsalar da, henüz vazife plânına tam anlamıyla hazır olmayan (bir vazife almamış) insan varlıklarının vazife plânına geçebilmeleri için, dünyada henüz tamamlayamadıkları, eksik kalmış bazı taraflarını tamamlamaları gerekmektedir ki, bu da onların ancak, ‘sevgi plânı’ denilen ‘arasat plân’da bir süre yaşamalarıyla mümkündür. (242, 208)

İnsanın vazife plânına geçecek olan tarafı, et, kemik ve sinirlerden oluşan bedeni değildir. (110) İlk insanlık hayatından itibaren, insan-üstü bir plân olan vazife plânı (plânının) bilgisine yürüyen; insanın bedeni değil, varlığıdır. (110) Bütün realiteler ve realiteleri oluşturan unsurlar, vazife plânına insanın bedenini değil, o bedeni kullanan varlığı hazırlamaktadır. (110)

Vazife plânındaki gruplarda ferdîliğin ortadan kalkması ve yüksek mâşerî plânlardaki bu kolektif hayata varlıkları hazırlayıcı dünya tatbikatları

Vazife plânında tek bir fert hâlinde herhangi bir faaliyet söz konusu değildir, gruplar hâlinde çalışılır ve idraken birleşmiş varlıklardan oluşan böyle bir grup içinde ayrı ayrı kimlikler söz konusu olmaz: Her bir grup tek bir fert sayılır; o grubun her ferdi grubun kendisidir, grup da tek bir ferttir. (243) İşte vazife plânındaki kolektifliğin dünyada bilinmeyen ve uygulanması mümkün olmayan karakterlerinden biri de budur. (243) Dolayısıyla vazife plânındaki vazifeli bir varlığın bir işte vazifelenmesi demek, o vazifelinin tâbi olduğu grup bütününün o işte vazifelenmesi demektir. (243) Çünkü o gruptaki idraklerin hepsi tek bir idrak hâlinde o vazife üzerinde toplanmış bulunur. (243)

Vazife plânında her şeyden önce, tam mânâsıyla bir koordinasyon ve kooperasyon (işbirliği, ortaklaşa çalışma) vardır. (198) Yani vazife plânındaki organizasyonların, gruplarına göre aralarında tam bir vahdet, bütün faaliyetlerinde birbirinden ayrılmaz bir işbirliği mevcuttur. (198) Bu durum, vazife plânının şaşmayan bir esasıdır. (198) Dolayısıyla dünyada mâşerî hayat tatbikatları (topluluk tatbikatları) yapılmayıp sadece ferdî hayat çalışmaları sözkonusu olsaydı, bu kadar sıkı bir koordinasyon ve kooperasyonun olduğu plânlara hazırlanmak mümkün olamazdı; yani kolektif bir faaliyet içinde yürüyen vazife plânına herhangi bir hazırlık yapılamazdı. (198)

Aile’den ‘ulus’a kadar dünyadaki büyük küçük bütün topluluklar; ortak gayeler etrafında birleşmiş insanlardan kuruludur. (198) Vazife plânındakiler için doğal olan, dünyadakiler içinse ideal sayılan, hatta mânâsı meçhul kalan “tam bir işbirliği”, yani belirli noktalarda meydana gelmiş idrakli bir vahdet; dünya topluluklarında mevcut değildir. (198) Bununla birlikte, insanlarda o ideale doğru bilmeden, otomatik olarak akıp giden bir hazırlanış ve sürükleniş cehdi vardır ki, bu da bu safhadaki, ‘tekâmül’ denilen ihtiyacın zaruretidir. (198) Esasen dünyada hemen hemen hiçbir topluluk yoktur ki, hakiki bir “vazife idraki”yle oluşmuş ve herhangi bir hedef uğrunda tek bir fert hâlinde yürümek kudretini gösterebilmiş fertlerden kurulu olsun. (198)

Dünyadaki bütün bu topluluklar, başka başka ve genellikle çeşitli ‘nefsaniyet’leri harekete geçirici mahiyetteki ‘otomatizma’larıyla, insanların canla başla bir işbirliği yapmak iştah, arzu ve cehitlerini sağlarlar ki, burada gizlenmiş olan asıl hedef, aslında; insanların hakiki “vazife idraki ve bilgisi” ile, “tam bir vahdet içinde işbirliği” yükümlülüğünün mânâsını sezmeye yavaş yavaş hazırlanmaları ve bunun egzersizlerini –bu otomatizmalar yardımıyla– yapmalarıdır. (198-199) Dünya idare Plânı

Dünya’dan sonraki hazırlık: Vazife plânına sevgi planında hazırlanış

Sevgi plânı’; insanlık safhasını tamamlayıp ya da ‘Dünya Okulu’nu bitirip henüz vazife plânından ‘vazife’ almamış insan varlıklarına mahsus, çok süptil ve çok yüksek bir plân olan vazife plânına intibak edebilmeleri için hazırlanmalarını sağlayacak, geniş ve zengin imkânlara sahip, yarı-süptil maddelerden oluşan ‘arasat plân’dır. (208, 309, 308, 306, 54, 312, 318, 310, 316)

Vazife plânını tam mânâsıyla kabullenmek ve ona intibak edebilmek pek kolay bir iş değildir. (309) Sevgi plânı denilen ‘yarı-süptil âlem’e gelindiğinde tüm dünya şartları ve ‘realite’leri sona erer ve oraya özgü, vazifeye hazırlayıcı ve insanların eksik taraflarını tamamlamalarını sağlayıcı yeni durumlar başlar. (242) Oradaki başarının da bir hayli ‘cehit’ ve gayret gösterilmesini gerektiren teknik hususları vardır. (309) Fakat bu cehit ve gayretler esnasında insanların karşılarına dünyada daima dikilmekte olan zahmet, sıkıntı, ıstırap, azap, işkence, hastalık ve ölüm yoktur; oradaki cehit ve gayretler, zevkli ve mutluluk verici hazlarla doludur. (309) Sevgi plânına geçmiş olanlar, bu plâna gelebildiklerine göre, vazifeye hazırlanma safhalarının haşin, ilkel, zor ve ıstıraplı kademelerini, zaten bu plâna gelmeden önce, dünya hayatına ait uzun devreler içinde geçirmişler demektir; hazırlığın bundan sonraki, vazife plânına doğrudan doğruya ulaştıran son kademeleri ise, çok kolay, rahat, mutlulukla, sevile sevile tamamlanır. (310)

Oradaki varlıklar henüz vazife plânına girmedikleri için, kendilerine –otomatik (Otomatizma) olarak dahi– hiçbir vazife verilmez. (312) Bu plânda, vazife plânındaki vazife idraki henüz başlamamış olmakla birlikte, insanların mahiyetlerini bilemedikleri bir ‘sevgi’nin birtakım tatbikat ve yükümlülükleri içinde, “vazife idraki” ‘liyakat’lerinin yavaş yavaş kazanılmasını sağlayıcı unsurlar vardır. (242) Oradaki sevginin mahiyeti, varlıkları vazife plânının yüksek realitelerine intibak ettirici çok kudretli durumlar gösterir. (309) Vazife plânının yüksek icaplarına ancak bu tatbikatlar sayesinde intibak edilebilir. (307)

Vazife plânına girmek demek, birtakım vazife ‘yükümlülük’lerini kabul etmek ve bu vazifelerin icaplarını yerine getirebilecek kudret ve imkânlara sahip olmuş bulunmak demektir. (312)

Sevgi plânından vazife plânına geçiş ve vazife plânının ilk, yani en alt kademeleri

Sevgi plânında oluşan küçük gruplarıyla vazife plânına girişin son hazırlık tatbikatlarını yapan varlıklar, bu tatbikatları sırasında sessizce, belirsizce ve son derece tatlı bir akışla vazife plânının ilk kademelerine kayarak geçer ve derhal vazife plânının ilk kademelerine ait işlerle vazifelenirler: (243, 311) Hâmi ve yardımcı varlıklar. Bunlar, küçük topluluklarını (beşer, altışar kişilik, üçer beşer gruplar) önceki planda “intibak mekanizması” sayesinde muhafaza etmiş olduklarından, artık vazife plânının “tek bir fert hâlinde” çalışan vazifeli varlıkları olurlar. (243, 242, 319) Böylece vazife plânına gruplar hâlinde hazırlanarak yürümüş varlıklar, beşer, altışar fertlik gruplar hâlinde, tam bir vazife anlayışı içinde, idrakî zaman ve mekân imkânları dahilinde, ilk vazifelerini almış olurlar ki, bu, onların vazife plânı na girmiş olmaları demektir. (319)

Bu kademelerden itibaren vahdet yolu boyunca gayeye ulaşmak, yani aslî icapların bütününe uyabilmek ve ahenge bütünüyle karışabilmek (Ahenkten olmak) için geçilecek daha sonsuz merhale vardır ve ‘Ünite’ ile bu ilk vazife kademeleri arasında sayısız faaliyet, iş, vazife ve durumlar mevcuttur. (244) Vazife plânına geçmiş bu varlıklar; zamanla gittikçe genişleyecek olan grupları sayesinde ve bu grupların genişlemesiyle benzerlik (tev’em) kazanacak idraklerin artması sayesinde, vazife plânının ilk kademelerinden itibaren, ilâhî icabı taşıyan ışık konisinin (Aslî Kudret ışığı konisi) zirvesine doğru, gittikçe büyük bir olgunlaşma hızıyla tırmanarak yükselmeye başlayacaklardır. (319)

Vazife plânının ilk ve nispeten en basit kademelerinde bile dünya ölçüsüne göre çok büyük iş ve vazifeler bulunur: (244) Bu kademelerdekiler, mesela dünyadaki bir insanın tekâmülü ile vazifelenirler; klasik spiritlerin, okültistlerin hâmi ruhlar dedikleri ve mistik ekollerin, koruyucu melekler, yardımcılar, “metrler” (Fr. ‘maitre’) gibi adlar verdikleri, az çok küçük ve büyük grupların faaliyetlerini destekleyen vazifelilerin bir kısmı, genellikle vazife plânının bu kademelerine ait varlıklardır.(244) Hâmi ve yardımcı varlıklar. Bunlar aynı zamanda kendilerinden daha üstün organizasyonlar tarafından da kullanılırlar; hatta –yarı idrakli olarak– daha büyük diğer işlerde de kullanılırlar. (244)

İlham’ denilen ve ilim, sanat, fikir hayatında insanların “dâhilik”, “yaratıcılık” dedikleri tezahürlere neden olan bazı irtibatlar, “büyük vazife plânları”na mensup olmayıp, insanların ferdî veya bazı mâşerî durumlarına yardım etmek isteyen ‘hâmi ve yardımcı varlıklar’ gibi mutavassıt (aracı,orta) vazifeliler tarafından, “alelâde irtibat” (Entüvitif medyomluk) mekanizmasına tâbi olarak gönderilen tesirlerle sağlanır. (159)

Ruhların davranışlarının ve idraklerin icaplar ile birleşmesi

Vazife plânı, icaplara intibak plânıdır. (244) Vazife plânının ilk kademelerinde küçük çaplarda olmakla birlikte, ilk kademelerinden itibaren tedricen, ruhların davranışları icaplara (Aslî icap) intibak etmeye, yani icaplar ile birleşmeye başlar. (193, 237) Vazife plânı, “icaplara intibaklar plânı”dır. (244) ‘İnsanlık safhası’nda idrakler henüz “vazife bilgisi”yle aydınlanmış bulunmadığından vazife plânına ait ‘aktif intibaklar’ insan hayatında başlamaz. (196) Çünkü insanlık safhasında ruhların hiçbir davranışı henüz hiçbir icapla tam bir vahdet oluşturabilecek kudrete ermiş değildir. (196)

Aynı icaplara intibak eden idraklerin aynı zamanda birbirleriyle de intibak hâline girerek vahdet oluşturmaları zaruridir (kaçınılmazdır): (244) Aynı icaplarda tam bir mutabakat (intibak hâlinde olma) hâline gelmiş çeşitli varlıklar, o noktada birbirleriyle de vahdet hâline girmişler demektir. (237) Böylece idrakler icaplarla birleştikçe, birbirleriyle de birleşirler. (237) Dolayısıyla vazife plânının çeşitli kademelerinde, belirli icaplarda birleşmiş, vahdet hâline gelmiş varlıklardan oluşan çeşitli vazife grupları vardır. (237) Böyle bir hâl vazife plânının altındaki âlemde, mesela dünyada yoktur; idraklerin tam mutabakatı (intibak hâlinde olması) ve vahdeti ancak vazife plânının ilk kademelerinden itibaren başlar. (238)

Bununla birlikte vazife plânının ilk kademelerindeki varlıkların idrakleri, Aslî Prensibin sonsuz icaplarına henüz pek küçük çapta intibak edebilmişlerdir ve bu ilk kademelerde vahdet, “tam olmak” tan henüz çok uzaktır. (237) Ama gerçekleşmeye başlamış bulunmaktadır. (237)

Aktif intibaklar safhasında ya da diğer adıyla vazife safhasında ilerlendikçe idraklerin icaplara intibak sahaları (İntibak sahası) da genişler; yani idrakler, tekâmül ettikçe, akan ‘aslî zaman’ içinde, ruh ve kâinat ilişkilerine ait (ilişkin) ilâhî icaplara (aslî icaplara) daha geniş çaplarda intibak ederler. (237) İdrakler icaplarla birleştikçe, birbirleriyle de birleşirler. (237) Vazife plânında başlayan idrakler arası mutabakatlar (intibak hâlinde olmalar, birleşmeler), varlıklara birtakım iş ve vazifeler yükler ve onları –intibak sahalarının genişliğine göre– birtakım ‘yükümlülük’lere tâbi kılar. (239)

Hakikatlere ulaşma, hakikatleşme ve ahenkten olmak

Vazife plânının çeşitli kademelerinde, belirli icaplarda birleşmiş, vahdet hâline gelmiş varlıklardan oluşan çeşitli vazife grupları vardır ki, bunlar arasında dünyada olduğu gibi, realite farkları yoktur; çünkü esasen onlar hakikatlere intibak hâlindedirler. (237) Hakikatle mutabakat hâline (intibak hâline) girmek, onunla birleşmek demektir. (239) Vazife plânında ‘realite’ler değil, ‘hakikatler’ vardır. (237) Dünyada hiçbir nokta üzerinde, idraklerin tam mutabakatı (intibak hâlinde olması, birleşmesi) ve vahdeti mümkün olamaz; bu, ancak realitelerin, yerlerini hakikatlere bıraktığı vazife plânının ilk kademelerine geçilmesinden itibaren başlar. (238, 237, 242)

Hakikatlerin tahakkuk etmekte olduğu vazife plânından itibaren idrak, hangi icaplarla intibak, yani vahdet hâline geçmiş olursa, orada “hakikat”leşir ve o varlık, oradaki ahengin bir cüzünü oluşturur. (237, 236) İşte bu, ahenge katılmak, ‘ahenkten olmak’ demektir. (237) Bu bilgi, vazife plânının bir tahakkuk (“hakikat”leşme), bir gerçekleşme plânı olduğu deyiminin mânâsını da izah eder. (237) Vazife plânının başlamasıyla beraber idrakler, kâinat hakikatlerine gittikçe daha büyük bir kudretle nüfuz etme yolunu tutarlar; yani o “hakikatlerin ahengi” içinde gitgide kapsam kazanırlar. (237)

Üstte belirtildiği gibi, varlıklar, ‘madde kâinatı’nda, ‘kader mekanizması’nın icapları altında, idrak vahdetlerinin ilk adımına, vazife plânında başlarlar ki, buna “idraklerin icaplara, ‘hakikatler’e ulaşması, gerçekleşmesi” denir. (239) İşte varlıkların, vazife yükümlülüğünü (Yükümlülük) doğuran zaruret bu gerçekleşmeden ileri gelir. (239) Gerçekleşmiş idrakler bu gerçekleşme ile hakikatlerin tatbikatları içine girmişler demektir. (240) Gerçekleşme idraklerin aslî icaplara intibak etmesi demektir ve dolayısıyla ilk gerçekleşmeler vazife plânının ilk kademelerinde başlar ve yüksele yüksele, ‘Ünite’de son kapsamına (en kapsamlı, son hâline) ulaşır. (239) Hakikatlere “tam ve bütün (bütünüyle) intibak” ancak, vazife plânının ilk kademelerine nazaran sonsuzluk denilecek kadar uzakta olan Ünite’de mümkün olur. (238)

Kâinatın teknik cephesi ya da kâinattaki örgütlenme: Organizasyonlar, organizasyon sistemleri ve üç ana kadro

Aslî Prensibin (Aslî Prensip) direktifleri, yaptırımları ve icapları dahilinde, vazife plânına dahil olmuş varlıkların sayısız yollarda uzmanlaşmaları ve vazife ‘liyakat’lerini kazanmaları sonucunda, çeşitli vazifeler etrafında toplanmalar, gruplaşmalar, organlaşmalar ( Organ) ve sistemleşmeler (organizasyon sistemlerinin şekillenmesi) oluşur. (74) Bütün bu örgütlenme (teşkilat), ruhların tekâmülleri için şaşmadan yürüyen kâinatın, Ünite’ye bağlı muazzam idare mekanizmasının teknik cephesini oluşturur. (74)

Vazife plânına dahil olmuş varlıkların sayısız yollarda uzmanlaşmaları ve vazife liyakatlerini kazanmaları sonucunda, çeşitli vazifeler etrafında toplanmaları, gruplaşmaları, organlaşmalarıyla meydana gelen; Ünite’den vazife plânının en alt kademelerine kadar hiyerarşik olarak sıralanan teşkilatlardan her birine ‘organizasyon’ denir. (74, 70, 241, 245, 71,73) Sayısız organizasyonların hiyerarşik tertiplerle birbirine bağlanmasından meydana gelen sisteme ise ‘organizasyon sistemi’ denir; organizasyon sistemleri vazife plânının ilk kademelerinden Ünite’ye kadar uzanırlar. (241, 240, 242, 168, 226)

Bütün bu teşkilatlanma, tüm organizasyon sistemleri “aslî icaplar kadrosu, aslî zaman kadrosu ve kader mekanizması kadrosu” denilen ‘üç ana kadro’ dahilinde kurulur. (241, 234, 231) Her organizasyon sistemi, hangi kadro dahilinde çalışması lazım geliyorsa, ona göre kurulur ve işler. (240)

Ünite’den itibaren aşağılara doğru inen tüm vazife plânlarının (Vazife plânı) en alt kademesine kadar geçerli ve zaruri olan kâinatşümûl hiyerarşik nizamda, her organizasyon, nezareti, kontrolü ve direktifi altında bulunduğu, bir üst kademedeki veya ‘plân’daki organizasyona nazaran ‘organ’ konumundadır, üstteki organizasyona da “organizatör” adı verilir. (244, 70, 74)

Bir organizasyon, kendisinden bir üst olan organizasyonun organizatörlüğü altında çalışır. (70) Organizatör konumundaki her üst organizasyon, alt organizasyona ışık tutar; bu ışık da ona yine bir üst organizasyondan gelmiştir. (70) Bu hâl Ünite’ye kadar böyle uzanır (Ünite’den itibaren ışık böyle iner). (70) Böylece, Ünite’den tüm kâinata tutulan projektör ışığı (Aslî Kudret ışığı konisi), hiyerarşik olarak, vazife plânının en alt kademelerine kadar sıralanmış vazife organizasyonlarını yukarıdan aşağıya doğru kateder. (70) Bu sırada her organizasyon bir üstündekinden aldığı ışıkla kendi vazifelerini görürken, o ışığı bir alttaki organizasyonun ‘vazife’ görme ihtiyaçlarına göre, alttaki o organizasyona da gönderir. (70) Böylece, Ünite’den gelen direktiflerle, vazife plânının tüm safha ve kademelerindeki organizasyonlar, kendilerine düşen vazifeleri, kendi kapsamları dahilinde ve yukarı dan gelen direktifin ışığı altında ifa ederler. (70)

Organizasyonların ve hiyerarşik ilişkilerin bittiği nurlu nokta: Ünite

Organizasyonlar Ünite’ye yaklaştıkça, idraklerin, özgürlüklerin ve sorumlulukların artması oranında vahdete doğru yürüyüş hızlanır. (79) Organizatörlük-organlık şeklindeki ya da üstlük-astlık şeklindeki hiyerarşik ilişki bağları gittikçe gevşer ve sonunda kaybolur: (79) O zaman Ünite denilen kâinatşümûl vahdet tahakkuk eder (gerçekleşir, hakikatleşir). (79, 245)

Organizasyonlar Ünite’ye geldikleri zaman artık bir tek organizasyon hâlinde toplanmış bulunurlar. (245, 79) Ünite’ye girdikleri zaman yüksek faaliyetlere aşağılarda olduğu gibi, organizatörlük-organlık zaruretlerine tâbi olmadan, insan aklının eremeyeceği tek ve büyük bir organizasyon vahdeti içinde devam ederler. (79) Bütün idrakler burada bir tek idrak hâline girer. (245) O muazzam idrak, hiçbir insanın sezgisine bile varamayacağı bir kudret olur. (245) Hatta artık ona ne bir organizasyon, ne de bir plân denilemez. (245)

Vazife plânının ilk kademelerinde kademe atlayış

Vazife plânının ilk kademelerinde grupların kademe atlayışı şöyle açıklanabilir:

Vazife plânının ilk kademesine “A” diyelim! Buradaki vazife grupları çalışırken doğal olarak, daima üstten gelen ‘tesirler’in kontrolü ve hatta direktifi altındadırlar. (244) Esasen bu hâl Ünite’ye kadar bütün vazife plânlarının kademelerinde daima geçerli ve zaruridir. (244) ‘Aslî Kudret ışığı konisi’ sembolik tasvirinde belirtilen, Ünite’den inen ışık konisi bu zarureti izah eder. (244) “A” kademesindeki ya da ‘plân’ındaki bir vazife grubu bir üstte bulunan “B” kademesindeki ya da plânındaki bir vazife grubunun nezareti altında çalışırken, üstteki “B” grubuna “organizatör”, “A” plânındaki gruba da “organ” denir. (244) “A” plânındaki gruplar idrakî zaman tekniği ile vazifeler görerek aslî zaman akışında hızla mesafe alır ve bu faaliyetleri sayesinde intibak sahalarını genişletirler. (244-245) İntibak sahası, Aslî zaman üzerinde yürüyüş. Bu sırada onların işleri, vazifeleri ve ‘yükümlülük’leri de o oranda artar ve kapsam kazanır. (245) Böylece bir üste, yani “B” plânına geçerler. (245) Buradan anlaşılacağı gibi, grupların bir üst plâna geçişi demek, intibak sahalarının bir o kadar genişlemiş bulunması demektir. (245) Yani “A” kademesindeki gruplar “B” kademesine geçerken bu grupların idraklerinin diğer bazı grupların idrakleriyle de birleşmeleri sonucunda fertleri çoğalan, dolayısıyla idrâkleri artan daha büyük gruplar meydana gelir ve doğal olarak, idrakler de o oranda genişler. (245) Bu, şu anlama gelir: Alt kademelerden üst kademelere yükseldikçe, üst kademelerde grupların adetleri azalmakta, buna karşılık her gruptaki fert sayısı çoğalmaktadır. (245)

Vazife plânı kademelerinde yükselişin “Aslî Kudret ışığı konisi” sembolik tasviriyle açıklanması

Bu sembolizmde (Aslî Kudret ışığı konisi) varlıkların, kâinata inen Aslî Kudret ışığı huzmesine tırmanarak yukarılara çıkması demek, o ışık huzmelerinin kapsamında mevcut tüm icaplara idraklerinin gittikçe intibak etmesi demektir (Aktif intibaklar), o ışığın ahengine girip o ahenge gittikçe daha geniş çapta karışmaları demektir. (239) Ahenkten olmak

Aktif intibaklar safhasında ya da ‘vazife safhası’nda ilerlendikçe idrâklerin icaplara intibak sahaları da genişler; yani idrakler, tekâmül ettikçe, akan aslî zaman içinde, ruh ve kâinat ilişkilerine ait (ilişkin) ilâhî icaplara (aslî icaplara) daha geniş çaplarda intibak ederler. (237)

Vazife plânının ilk kademelerinden Ünite’ye kadar uzanan ve sonsuz görünen yolların katedilmesi çok komplike mekanizmalarla meydana gelir: (238) Vazife plânında başlayan mutabakatlar (intibak hâlinde olmalar, idraken birleşmeler) varlıklara birtakım iş ve vazifeler yükler ve onları –intibak sahalarının genişliğine göre– birtakım yükümlülüklere tâbi kılar. (239) Bu yükümlülükleri ifa ederken, gösterecekleri ‘liyakat’lerin derecesine göre intibak sahalarını daha fazla genişletirler ve idrâkî zaman ve mekânın geniş imkânları içinde, Ünite’ye doğru yükselen vazife plânı kademelerinin üst basamaklarına tırmanırlar. (239)

Ruhların idrakleri ile icapların birleşme sahaları böyle genişleye genişleye ilerlerken, koninin gitgide yükselen tabanı nihayet öyle bir noktaya (tepe noktasına) gelir ki, orada icaplar bütünü ile, ruhların bu kâinata ilişkin tüm davranış ve idrakleri tam bir vahdet hâlini alır. (194) Tırmanış ‘Ünite’ denilen, kâinatın bu son imkân sınırlarına geldiği zaman, varlıkların birleşik idrakleri, bu ışık huzmesinin içerdiği tüm icaplara intibak etmiş, “tam o ahenkten olmuş” ve dolayısıyla kâinat cüzlerine ve bütününe hâkim bir durum almış bulunur. (239-240)

Vazife plânındaki yüksek zaman ya da küresel zaman veya idrakî zaman

İdrakler ne kadar kapsam kazanırsa tâbi olacakları zaman sistemi de o kadar kapsamlı olur; idraklerin inkişafı zaman kavramlarının genişlemesiyle baş başa yürür. (209, 210) Yüksek âlemlerde de, o âlemlerin idraklerine hitap eden zaman durumları vardır. (209) Yüksek zamana (küresel zamana) ait idrak değerleri, basit zamanınkine (yüzeysel zamanınkine) nazaran çok daha zengin ve kapsamlıdır. (211) Yüksek zaman idraki o kadar mütenevvi (çeşitlilik gösteren, türlü türlü) ince madde kombinezonlarına sahiptir ki, bunlardan yayınlanan vibrasyonlar basit idraklerle (basit zamana tâbi idraklerle) kıyas edilemeyecek kadar büyük bir hız ve kapsamla nitelenebilen zaman ölçüsüne kavuşmuş bulunurlar. (211) Bu idrakler, zaman akışındaki “geçmiş, şimdi, gelecek” durumlarını, basit idraklerde olduğu gibi tek yönde, birbiri arkasından giden bir sırayla takip etmek zaruretinde değildir. (211) Yüksek idrakte bütün bu “geçmiş, şimdi ve gelecek” durumları, bir toplam olarak, bir “tek oluş”a bağlanır. (211)

Kısaca, vazifeliler idrakî zaman ve mekân şartlarına tâbidirler: (239) ‘Küresel zaman’ ya da idrakî zaman; “geçmiş, şimdi ve gelecek” durumlarının toplanıp bir “tek oluş”a bağlanarak aynı anda yaşandığı; sonsuz yönde akarak yürüyen; aslî zamanın dünya-üstü âlemlere mahsus tecellisi olan “zaman formu”dur. (215, 221, 211, 233, 214, 226) Vazifeliler idrakî zaman (küresel zaman) ve mekânın geniş imkânları içindedirler; yani ‘idrakî mekân’ olan üst vazife plânlarında idrakî zaman hâkimdir. (239, 225, 217, 222)

Dünya hayatının icapları gereği muazzam ‘cehit’ler sarf edilip güçlükle alınacak bir sonucun milyonlarca misli, dünya-ötesi âlemlerde, idrakî zaman ve mekânın geniş imkânları içinde, en küçük bir cehit karşılığında elde edilebilmektedir. (217, 239) Mesela Dünya’nın idaresinde Vazifeli olan Plân’ın (Dünya idare Plânı) zaman ölçüsü ve idraki, dünyadaki “basit zaman idraki”yle kıyas bile edilemez: (209) “Dünya-üstü zaman ölçüsü”nün –bizim ölçümüze göre– bir saniyesi içine, dünyada yüzyılların bile yeterli olamayacağı uzun süreli işlerin hepsi sığabilir. (209) Bunun, çok basit ve kaba olmakla beraber, insanlara bir sezgi verebilecek örneği, ‘rüyalar’dır. (209)

Yükümlülük

Kâinatın bütün mekanizmalarında yapılacak sayısız iş ve hizmet vardır ki, bunların her biri uzmanlık kabiliyetlerine göre varlıkların ifasıyla yükümlü oldukları birer idarî vazifedir. (73) Bu ‘yükümlülük’ler –Aslî Prensibin yüksek icaplarına göre– varlıkların ‘liyakat’ dereceleriyle oranlı olarak ifa edilir ve ona göre varlıklar vazifelendirilir ve vazifelenirler. (73) Vazife plânına girmek demek, birtakım vazife yükümlülüklerini kabul etmek ve bu vazifelerin icapları nı yerine getirmek kudret ve imkânları na sahip olmuş bulunmak demektir. (312)

Fakat vazife plânındaki varlıkların yükümlülükleri, aşağı ‘plân’larda akıllara gelebileceği gibi, verilip alınan şeyler değildir: (239)

Çünkü zaten hakikatle mutabakat (intibak hâlinde olma) hâline girmek, o hakikatle birleşmek demektir ki, yükümlülük denilen şeyin hakiki mânâsı da bu vahdetten doğar. (239) Aktif intibaklar. Yani varlıklar vazife kademelerinde yükseldikçe yükümlülükleri de ‘kader mekanizması’ altında otomatikman artar. (239) Kısaca, vazife plânındaki varlıklara yükümlülüğü kimse yüklemez: Onlar yükseldikçe yükümlülükleri otomatikman yüklenirler, yeter ki o yükümlülükler için gereken liyakatlerini ‘kader mekanizması’ muvacehesinde (karşısında, önünde, huzurunda) arttırsınlar! (239) Dolayısıyla, oradaki varlıklar da ‘sınavlar’dan tümüyle azade (kurtulmuş, uzak) değildirler. (239)

Vazife plânındaki vazifeler, işler, hizmetler, faaliyetler

Vazife duygusuna ve idrakine varmış varlıkların liyakatlerine göre, vazife plânlarında birbirinden derece ve vazife durumu itibariyle farklı gruplaşmalar, kadrolaşmalar ve organizasyonlar oluşur ki, bunların yapacakları işler arasında yüksek icaplara göre varlıkların ‘tekâmül’lerine hizmet etmek, onlar için maddi ortamlar hazırlamak, henüz ‘otomatizma’ altında bulunanlara yardım etmek gibi sayısız faaliyet vardır. (74) Vazifeli varlıklar vazifelerini kendi organizasyonları içinde, üç genel ve koordine vazife kadrosunun, yani ‘üç ana kadro’nun Ünite’den gelen prensip ve direktifleri altında, kıl kadar şaşmadan görürler. (241) Bu vazifeler çeşitli âlemlere ait sayısız işlerdir. (241)

Kâinatta türlü tekâmül ihtiyaçları için, en ağır madde hâlinden en hafif madde hâline kadar sonsuz transformasyonlar, deformasyonlar ve formasyonlar olur. (74) Bu maddi değişiklikler de yine, kâinatın genel idaresiyle vazifeli varlıkların direktif ve kudretleri kanalıyla ve belirli sahalarda vazifelenmiş varlıkların faaliyet ve işçiliğiyle sonuca ulaşırlar. (74) Kâinatın teknik muhtevasının unsurları olan daimî değişmeler, vazifeli pek çok varlığın eseridir. (74-75)

Kâinatta, maddelerin oluşturulmalarında (teşekküllerinde), tesirlerin maddelere ve varlıklara dağıtımında, bu dağıtımların yerli yerince kullanılmasında, varlıkların çeşitli inkişaf safhalarının ve tekâmüllerinin sevk ve idaresinde, kontrollerinde, tekâmüllerine hizmet eden kaba maddelerin sayısız tezahürlerinin meydana getirilişinde, kısaca, kâinatın bütün mekanizmalarında Aslî Prensibin icaplarına göre yapılan sonsuz iş ve hizmet vardır. (73)

Güneş sistemlerindeki kürelerin manyetik alanlar yoluyla sevk ve idaresi

Bir güneş sistemindeki kürelerde, o kürelerin tekâmül etmek üzere bedenlenen asıl sakinlerinden başka, o güneş sisteminin idaresinde vazife gören vazifeliler de vardır: (262) Bir güneş sisteminde, tekâmül eden basit varlıklardan (yani bedenli varlıklardan) başka, sistemin bütün geri kürelerinde ve özellikle güneşinde, o sistemdeki ileri inkişaf mertebelerine varmış bedenlilerin tekâmülleriyle ilgili her türlü imkânları sevk ve idare etmek vazifesiyle yükümlü, ‘vazife plânı’nın kudretli varlıkları da bulunur. (262) Kuşkusuz bu kudretli varlıklar, o kürelerin maddeleriyle bedenlenmiş değildirler: (262) Onların bedenleri, ‘hidrojen âlemi’ne ait olmayan daha yüksek madde ortamlarından toplanmış materyallerle yapılmıştır ki, bu bakımdan onlara ‘beden’ demek caiz (doğru) değildir. (262) Onlar bu süptil maddeleri, ‘yükümlülük’lerinin ifasına en elverişli şekilde, bizzat kendileri toplar ve vazifelerini, o sistemin, vazifelerine uygun gelen kürelerinden birinde veya birkaçında, bu süptil maddeler vasıtasıyla yaparlar. (262) Onlar, sistemin istedikleri her küresinde bulunabilirler ki, üstte belirtildiği gibi, bunun enkarnasyon (Bedenlenme) mânâsında düşünülmemesi gerekir. (262) Mesela sistemimizdekiler, lüzumuna göre Güneş’i, Ay’ı, Mars’ı, Jüpiter’i ziyaret edebilirler. (262) İşte güneş sistemleri kürelerindeki basit, bedenli varlıkların inkişaflarına çeşitli şekillerde yardım edenler, bu vazifelilerdir; bunlar, sistemlerin çeşitli nizamlarının tatbikatlarında vazife gören, vazife plânının varlıklarıdır. (262, 263)

Yüksek vazifeli varlıklar, dünyalara (Dünya gezegeni), ‘güneş sistemleri’ne ve galaksilere onların manyetik alan sentezleri kanalıyla tesir ederek vazifelerini yaparlar. (49) Mesela birkaç güneş sistemini, hatta birkaç galaksiyi içine alan ve manyetik alanlarına tesir etmek suretiyle onları idare eden çok yüksek vazifeli varlıklar mevcuttur. (49) Manyetik alanlar yoluyla dünyaların, sistemlerin, güneşlerin hâl ve durumlarına tesir edebilecek hareketler, ancak çok Yüksek Plânların işidir ve kuşkusuz bunlar Aslî Prensibin (Aslî Prensip) icaplarına (Aslî icap) göre kontrollü olarak yapılır. (48)

Bir güneş sistemindeki herhangi bir kürede meydana gelecek değişiklikler de, o kürenin manyetik alanına yapılacak tesirlerle mümkün olur. (296) Yani bir kürede icap eden sayısız değişmeler; o kürenin manyetik alanına, sistemin güneşinden veya başka bir yerden gelecek tesirlerle meydana gelir ki, bu tesirler de vazife plânının o sistemde vazifelenmiş bulunan varlıkları tarafından direkt veya endirekt olarak gönderilir. (296) Dünya idare Plânı

Vazife plânından gelen bedenli vazifeliler

Vazife plânının yüksek varlıkları çok istisnai hâllerde; insanlar arasında büyük bir hareketi uyandırabilmek, onlara kitlesel hamleler kazandırmak, genel ve mâşerî tertipler, nizamlar ve usuller dahilinde yetiştirici bilgileri vermek, kısaca, dünyada hızlı inkişafları sağlamak için, bazen bizzat kendileri de dünyaya inerler, hem idareci, hem de mürşit (bazen idareci, bazen mürşit) durumlarda faaliyet gösterirler. (160) Dünya idare Plânı

Vazife plânındaki vazifeli bir varlığın bir işte vazifelenmesi demek, o vazifelinin tâbi olduğu grup bütününün o işte vazifelenmesi demektir. (243) Mesela vazife plânındaki bir organizasyona tâbi olup, dünya çapında bir hareket yaratmak vazifesini üzerine almış bir vazifelinin bu büyük vazifeyi yerine getirmek üzere yeryüzünde ‘bedenlenme’si gibi ender olaylarda, bu ‘bedenli vazifeli’ varlık, dünyada iken plânından ayrılmış ve görünüşe göre tektir: (243) Fakat aslında onu destekleyen; ‘Plân’ına mensup tek bir ‘varlık’ değil, o varlığın tâbi olduğu organizasyonun “vahdet hâlindeki tüm organları”dır. (243) Organ, Bedenli vazifeli

Dünya İdare Plânı

Vazife

Organizasyon

Organizasyon sistemi

Üç ana kadro

Organ

Küresel zaman

Vazife safhası

İdrakî mekân

Bedenli vazifeli

Yükümlülük

İntibak sahası

Aslî zaman üzerinde yürüyüş

Ünite